Bir zamandır perdeyi araladığımda bu ağaç hakim manzarama. Dibinde katırtırnağı,karşısında demir kafeslere sarılmış arap yaseminleri ve onlarca şimşir ile birlikte bir gökdelen hastahanenin gölgesindeler.
Adını ,cınsini bilmiyorum. Her mevsim yeşil, yapraklarını dökmüyor. Sert esen rüzgar incitmiyor görünen. Karlar altında,yağmurda,güneş yakıp kavurduşunda da duruşu aynı. Salınıp duruyor.
Geçtiğimiz yazlarda,ara ara bahsedip fotoğrafını paylaştığım tek kökü ile toprağa tutunmuş bir yanı kuru,bir yanı meyveye durmuş “azime” gibi bu ağaççık da.
Biraz toprak,biraz su. Suni bir bahçede, kökleri yere basmadan betonlar ve tahtalar arasında yaşıyor. Yaprakları hışır hışır. Konuşuyor adeta. Mesajı var duyana.
“Bu da geçer ya hu”
Bu rüzgarda sert esen rüzgarlarda salınan yalnız ağaçtan yola çıkıp ağaçları yazalım bugün.
Shakespeare Macbetht’inde
“Taşlar hareket eder, Ağaçlar konuşur.” Der.
Bizler biliriz taşların zikrettiğini, kurumuş bilinen dayanakların,sevdiğinden ayrıldığında,ayrılık acısı ile inlediğini.
Kendilerince seviyor,koruyor,kolluyorlar. Kötüleri var onlarında düşmanlıkla gelişen.
Tıpkı diğer canlılar gibi bebek oluyorlar tohumdan ilk çıktıklarında sonra fidana dönüyorlar,meyveye duruyorlar olgunlaştıklarında,yorulup tükendiklerine de gençlere bırakıyorlar yerlerini.
Anaç olanları var. Önceliği kendi tohumundan olana verse de,30’a 30 metrelik küçücük bir alanda bile kırk yedi ağacı kökleri ile destekleyip,besleyen.
Meşe ve kayın ağaçları gibi birbirleri ile anlaşamayanları,karaceviz gibi dibindeki zehirli mantarlar aracılığı ile diğer ağaçları zehirlemeye kalkışan düşman yaradılışlı olanları da mevcut.
Rekabet ve işbirliği mevcut aralarında.
İletişimleri çok güçlü birbirleri ile herhangi bir tehlike anında 5-10 dk içinde kendilerince tedbirlerini alıyorlar. Acılaştırıyorlar yapraklarını.
İnternet bağlantısı gibi bir ağ var aralarında ve diplerinde,yaprakların arasına saklanmış irili ufaklı mantarlar aracılığı ile yapıyorlar bunu. Bir tek mantarın 19 ağacı birbirine bağladığı tespit edilmiş. Sinir ağları gibi.
Yerin üstünde görünenden çok daha sıkı bir bağ onları birbirine bağlayan.
Karbon alışverişi yapıyorlar birbirleri ile. Yardım destekleri var ihtiyacı olana,ihtiyacı olan zamanda devreye giren. Yardım kuruluşları,vakıflar gibi.
Bir şekilde üst dallar birbirine değmekten çekiniyorlar. Taç utangaçlığı deniyor adına.
Ağaçların gizli yaşamı diye bir kitap yazmış ormana sevdalı yazar. Orada anlattıklarından bazılarını hatırlıyorum. Aynı şekilde hayatını ağaçlara adamış bayan bilim insanı ve diğerlerinin naklettiği bilgiler aklımda.
Bir de terapi yöntemi geliştirmişler. En verimli zaman dilimi olarak sabahtan öğlene kadarmış. Ağaçların karşısında ayakta durup ağaca dokunarak,ya yaslanarak,sarılarak enerji alışverişinde bulunduklarını ve ağaçların titreşimlerinin sağlık kalitesini yükselttiğini kanıtlanan araştırmalara dayanarak söylüyorlar.
Japonya’da 1982 yılında ulusal sağlık planına alınan tedavilerden biri Shinrin-yoku, yani Orman Banyosu. Uzunca süren ve milyonlarca dolar harcanan araştırmanın sonucunda, ormanlık,Koruluk,yeşil alanlarda dolaşmanın,Japonların deyimi ile orman banyosunun stres hormonunun üretimini azalttığı, bağışıklık sistemini güçlendirdiği, tansiyonu düşürdüğü ve kalp atışını yavaşlattığı ispatlanmış.
Geleneksel kültürümüzde,
“Yaş kesen baş keser”diyecek kadar önemlidir. Ağacı sever,korur ve çoğaltırız.
Bir zamanlar Anadolu için “ağaç denizi” ifadesi kullanılırmış. Tespiti yapanlar Almanlar. Berlin Bergama Müzesi’ndeki teşhir kitabının bir yerinde, şöyle bir ifade geçtiği söylenir.
“Bir sincap Kars’tan ağaca çıksa İzmir’de gemiye biner”-1-
Miş bir zamanlar…
Ağaçlar kesilip binalar dikilmeden , hain eller onları yakmadan,bigane gafiller kesip biçmeden çok önce.
İnsan hayatının her alanında var ağaçlar. İnsan yaşarken de, son yolculuğunda da. Onunla taşınır,onunla yatar ebedi istirahatgahına.
Günlük hayatta baktığımız,dokunduğumuz her yerde bir değişik formunu görmek mümkün.
Evlerimiz,eşyalarımız,okuduğumuz,giydiğimiz,bazılarını şifa niyetinde yiyip,içtiğimiz.
Gün geçtikçe öneminin farkına varan insanların çabaları ile ekilebilir kahve kartonlarından sonra okunduktan sonra ekilebilir kitaplar çevrim içinde. Jakaranda ağacı tohumları ile asitsiz kağıt ve ekolojik mürekkep kullanılarak hazırlanan kitaplar elde dikiliyor. Okuduktan sonra toprağa ekiliyor, sulanıyor ve kitap filizlenmeye başlıyor.
Sanki bir seyahate çıkmış da evine dönmüş gibi yolculuğunun nihayetinde.
1-(Kaynak: Kaybolan Kültürümüz, Yok Edilen Doğamız ve Doğanın Acı Çığlıkları -Razmazan Erbay- İzmir, 2010).
Comments